Türkiye-Suriye Depremi: Gerçekleşmesi beklenen bir felaket

6 Ocak Pazartesi sabahı erken saatlerde Orta Doğu'yu sarsan yıkıcı bir deprem, Dünya'yı paramparça etti ve binaları enkaza çevirdi. Merkez üssü Gaziantep'in hemen batısında, Türkiye'nin Anadolu bölgesinde yer alan 7,8 büyüklüğündeki deprem, yakın çağda ülkeyi vuran en güçlü deprem. 130 atom bombasının gücüyle Grönland’a kadar uzakta hissedildi.

Read in English |

İlk deprem ve 145 artçı şoku, Türkiye'nin güneydoğusu ve Suriye’nin kuzeybatısında yıkıma yol açarak en az 6,000 kişinin hayatını kaybetmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her şey gün yüzüne çıktığında, 20,000 kişinin ölmüş olabileceğini tahmin ediyor.

Bu tür trajedilerde her zaman olduğu gibi, doğrudan neden doğal bir kaynağa sahip olabilir, ancak ölüm ve ıstırabın düzeyi insan yapımıydı. Vurgunculuk, yolsuzluk ve emperyalist savaş, uzun zamandır beklenen bir sismik olayı tam bir felakete dönüştürmek için işbirliği yaptı. İşçi sınıfı sözde "ulusal birlik"e yönelik anlamsız çağrıları reddetmeli ve bunun yerine, doğrudan gerçek suçluları işaret etmeli ve onların kanlı kötü yönetimine son vermek için örgütlenmeli.

“Umutsuzuz” 

Deprem hem Türkiye hem de Suriye için acımasız bir zamanlamayla vurdu. Türkiye, sürekli hızla yükselen enflasyona, çöken yaşam standartlarına ve rejimin demokratik haklara yönelik yoğun saldırılarına katlanıyor. Bu arada, Suriye, alevleri emperyalizm tarafından körüklenen, iç savaşın yol açtığı binlerce yara hâlâ kanıyor. Deprem, kitleler için bir kriz, çaresizlik ve sefalet döneminde acımasız bir dönüş oldu.

Pazartesi günü, sosyal medya etraflarını saran binaların temelleri kibrit çöpü gibi çatırdarken evlerinden kaçan ve canlarını kurtarmak için koşan insanların kıyamet sahneleriyle dolup taştı. Türkiye'den Şanlıurfa ili, Malatya, İskenderun ve daha birçok il ve ilçede altı katlı apartmanların bir anda patlayarak bilinmeyen sayıda canı da beraberinde götürdüğü görüntüler ortaya çıktı.

Yüz binlerce insan, dondurucu koşullarda aniden evsiz kaldı ve umutsuzca kayıp arkadaşlarını ve akrabalarını bulmaya çalışıyorlar.  Depremin merkezine yakın bir ilçe olan Elbistan'da bir adam enkaz yığınlarının videosunu yayınlayarak,

 "Burası bizim ana caddemizdi. Umudumuz yitirdik” .” Tarihi Gaziantep Kalesi de dahil olmak üzere birçok yeri doldurulamaz kültürel miras da yıkıldı veya hasar gördü.

Suriye'nin kuzey batısı, ülke içinde yerinden edilmiş ve barındığı yüz binlerce mülteciler  depremin yükünü çekti. İdlib vilayetindeki Basina da dahil olmak üzere, köylerin tamamı yok oldu ve hava araçlarıyla sağlanan görüntüler artık bir enkaz yığınından başka bir şey olmadığını gösterdi.

Ölmüş babaları, anneleri, kardeşleri ve küçük çocukları kucaklayan ya da enkaz altında boğulan, mahsur kalan, sevdiklerini arayan, insanların onlarca yürek burkan videosu var. Bir videoda, yaralı bir adamın küçük oğluna feryatlar içinde onu sakinleştirmeye çalıştığını ve bu sırada onu ölüme yaklaşanlar tarafından sıklıkla yapılan İslami bir yemin olan "Şehadet" getirmeye  teşvik ettiğini gösteriyor.

Halep'te, yıllarca süren savaş nedeniyle çoktan harap olmuş bir şehirde binlerce kayıp bildirildi. Pazartesi gününden önce tüm mahalleler tamamen harabe halindeydi ve hastaneler gibi önemli binalar da dahil olmak üzere hala ayakta olan hasarlı ve harap olmuş altyapının çoğu depremle basitçe yerle bir oldu.Hayatta kalanlar susuz ve elektriksiz kalırken, resmi ve sivil acil müdahale ekipleri insanları yıkılan evlerinden çıkarmak için soğuk hava ve şiddetli yağmura karşı mücadele ediyor. İç savaştan kaynaklanan hasar ve hükümet ile isyancı gruplar arasında devam eden çatışmalar, yolların zarar görmesi nedeniyle Türkiye’den artık ulaşılamayan özellikle Suriye'nin kuzey batısındaki isyancıların kontrolünde olan ve Suriye hükümetinin güneyden yardım gelmesini istemediği bu bölgelere yardım gönderilmesini zorlaştırıyor. 

Turkey Anatolian Fault Image Mikenorton Wikimedia CommonsTürkiye, Kuzey ve Doğu Anadolu Fayları arasında yer alır ve sismik aktiviteye oldukça eğilimlidir / Resim: Mikenorton, Wikimedia Commons

Bir Kaza Değil

Depremin neden olduğu tahribatın düzeyi, yalnızca olağandışı büyüklüğüyle açıklanamaz. Kuşkusuz, iç savaşın yarattığı katliam Suriye'yi özellikle savunmasız hale getirdi. Ancak Türkiye örneğinde, suçun büyük bir kısmı rejime ve gerçekleşmesi beklenen bir felaket içinde işbirliği yapan vurguncu özel inşaat şirketlerine aittir.

Bu deprem bekleniyordu. Türkiye, Kuzey ve Doğu Anadolu Fayları arasında yer alır ve sismik aktiviteye oldukça eğilimlidir. Türk jeolog Naci Görür, ABD televizyonunda canlı yayına verdiği röportajda, "Ben dahil tüm aklı başında yerbilimciler, bu depremin tehlike çanları çalarak gelmekte olduğunu yıllar önce söyledik" dedi. "Söylediklerimizi kimse dinlemedi."

Ülke, 1999'da Kocaeli ilinde İzmit yakınlarında meydana gelen ve yaklaşık 18.000 kişinin ölümüne neden olan bir deprem de dahil olmak üzere yıllar içinde bir dizi yıkıcı depremle sarsıldı. Bu felaket, inşaat müteahhitlerinin güvenlik yönetmeliğini  göz ardı etmelerine ışık tuttu ve bunun sonucunda halkın öfkesi taştı ve hükümeti tutuklamalar yapmaya zorladı.

Bu tür  gangsterlardan biri olan Veli Göçer, deniz kumu ve betonu karıştırmak gibi maliyet düşürücü önlemler aldığını itiraf ettiği telefon görüşmelerinin ardından, saklandıktan  üç hafta sonra tutuklandı. Bu röportajlardan birinde "Ben bir inşaatçı değilim, ben bir şairim" dedi. “Suçluysam bedelini öderim ama kendimi suçlu hissetmiyorum. Üzgünüm ama bu ölümlerden ben sorumlu değilim.”

Bu şahsi parazit, Türk inşaat sektöründeki devasa bir yolsuzluk sistemini istila eden koca bir kovandan yalnızca biriydi ve o zamanlardaki hükümet, inşaat iş adamlarını devlete bağlayan binlerce iplik nedeniyle soruşturmak istemiyordu. Bu arada, beceriksiz kurtarma ve yardım çabaları, dolaylı olarak, 2002'de Bülent Ecevit'in DSP hükümetinin düşmesiyle sonuçlanan bir siyasi krize katkıda bulundu.

Önlenmesi mümkün olan  bu trajedinin ardından, reformlar sözü verildi ve binaları depremden korumak için yeni düzenlemeler yapıldı. Ancak bu önlemler, sadece yolsuzlukla değil, aynı zamanda bilinçli hükümet politikasıyla da bir kez daha baltalandı.

Toronto Star gazetesinde yer alan bir makaleye göre, Erdoğan rejimi tarafından çıkarılan 2018 imar affı yasası, hükümete ödenen bir ücret karşılığında, yapı yönetmeliklerine uymayan binalara ruhsat verildiğini gördü. Resmi olarak onaylanmış bu rüşvet sistemi kapsamında 13 milyon yapı yasallaştırıldı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Profesör Pelin Pınar Giritlioğlu şöyle açıklıyor:

“Merkezi hükümetin çıkardığı yasalarla inşaat şirketlerine keyfi bir ruhsatlandırma sistemi yaratıldı ve bu sistem başlangıçtaki şehirleşme hedeflerini saptırdı. Yapıların inşası kağıt üzerinde yasaldı ama felaketleri körükleyen kusurlar içeriyordu.”

Bu süreç, Erdoğan'a yönelik 2016 askeri darbe girişiminden sonra (arka planı belirsizliğini koruyor), ardından çok sayıda devlet binası ve kamu arazisi özelleştirildi ve birçoğu muhtemelen darbecilere karşı sadakatlerini satın almak için orduya verildi. 

Giritlioğlu, "Politika değişikliği, düzenlenmemiş, şeffaf olmayan bir sisteme yol açtı" diyor. “İnşaat firmaları da istedikleri gibi hareket edebildiler ve yönetmeliklere uymadılar.”

Sonuç olarak, dayanması gereken ve (kendileri de gangster olan) devlet yetkilileri tarafından onaylanan binalar yıkıldı.

Giritlioğlu, "Güneydoğu, 2007'den sonra yapılan hastaneler, karakollar, okullar, belediye binaları, köprüler ve havaalanları gibi kamu binaları da dahil olmak üzere şu anda büyük zarar görüyor" dedi. Bu alanlarda afet anında depremzedelerin barınacağı en güvenli yerler olmalı” dedi.

Erdoğan ve İnşaat Rantı

Bu skandalın her yerinde Erdoğan'ın  kanlı elleri var. Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve özellikle Başbakanlık görevine kadar Türkiye’nin inşaat sektörüyle yakın ilişkiler geliştirdi. Bu sektör, Erdoğan ve AKP'nin otoritelerinin çoğunu üzerine inşa ettiği 2000'ler ve 2010'lardaki muazzam ekonomik büyümenin arkasındaki ana itici güçtü.

Türkiye'nin toplu konut idaresi (TOKİ), tamamen Erdoğan'ın kontrolü altına alındı  ve onun yönetimi altında muazzam bir şekilde genişledi. 2014 yılında yapılan bir yolsuzluk soruşturması, hükümetin yapı ruhsatlarını hızlandırdığını iddia etti. Ankara Bilkent Üniversitesi’nde bir ekonomist olan Refet Gürkaynak, "Sistemin işleyiş şekli şu ki, İstanbul belediyesi bir yere inşaat yapılamaz diyorsa, Ankara bunu geçersiz kılabilir - bu nedenle, bir işletmeyseniz merkezi otoriteye gitmeniz çok daha mantıklı" dedi.

O dönemde Financial Times gazetesi, büyük inşaat projelerine devam etmek için rüşvetin "bazen gerekli" olduğunu söyleyen iki (anonim) önde gelen Türk iş adamına atıfta bulundu. Türk basınına sızdırılan telefon görüşmelerinin dökümlerinde (sorgulanmak üzere gözaltına alınanlar arasında yer alan) inşaat kralı Ali Ağaoğlu, Erdoğan'dan "büyük patron" olarak söz etti.

Sonuç olarak, Erdoğan ve yandaşlarının inşaat sektöründeki zenginlerin daha da zenginleşmeleri için teşvik ettikleri ve yıllarca kazançlı sözleşmeler yaparak dolandırdıkları kesinlikle açık. Başkan olarak, sonraki ekonomik büyümeden siyasi olarak faydalanabilmesi için güvenlik yönetmeliğine aykırı davranılmasına  izin veren yasalar çıkardı.

Resmi kararlara göre inşa edilen binalar, çok şiddetli depremlerde bile çökmeye karşı oldukça dayanıklı olmalıdır. Erdoğan'ın ve AKP'nin vurguncu inşaat patronlarıyla yapılan kalitesiz işlerin bedeli artık beton yığınlarının altına gömülmüş binlerce cesetle hesaplanabilir.

İkiyüzlülük

Bugün Erdoğan, depremden etkilenen bölgelerde üç aylık olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. Bu, Mayıs ayında yapılacak genel seçimler öncesinde ana muhalefet partisi HDP'yi fiilen yasaklamayı amaçlayan bir dizi yasanın çıkarılmasının hemen ardından, hükümete olağanüstü yetkiler verecek.

Cumhurbaşkanı, (resmi enflasyon oranının yüzde 64'ün üzerinde olduğu bir ülkede) bir yığın yeni kamu harcamaları dahil olmak üzere, siyasi muhaliflere yönelik baskı ve Türkiye'deki Kürt azınlığa ve Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilere yönelik şovenist nefretin kışkırtıldığı acımasız bir hayat pahalılığı krizinin ortasında, AKP'ye desteği artırmak için aylardır manevra yapıyor.

Zaten savunmasız bir konumda ve bunu biliyor. Hızlı ve kararlı bir tepkinin, konumunu güvence altına almasına yardımcı olacak, siyasi olarak faydalı bir "ulusal birlik" havası yaratmak için kullanılabileceğini umuyor olabilir. Ayrıca, kendisi yeni acil durum yetkilerini siyasi düşmanlarını daha da ezmek için kullanmayı düşünecek kadar da alaycı.

Ama bu tehlikeli bir hareket olur. İnsanlar zaten bezmiş durumda. Erdoğan'ın bu trajediyi siyasi kazanç için kullandığına dair herhangi bir ipucu varsa veya kendisine veya partisine herhangi bir kişisel sorumluluk düşerse, bu felaketin derin siyasi sonuçları olabilir.

Emperyalist uluslar, özellikle Suriye konusunda iğrenç bir timsah gözyaşı gösterisine giriştiler: Yıllarca süren cehennem savaşından ve aynı timsahların elindeki yaptırımlardan sonra bu depreme karşı savunmasız bırakılan bir ülke.

Birçok batılı ülkeden kurtarma ekipleri hemen Türkiye'ye yönelirken, Esad rejimiyle devam eden çatışma ve düşmanlıkların, batılı ülkelerin resmi hükümetle ilişki kurmayı reddettiği anlamına geldiği Suriye'de durum çok farklı.

Tamamen önlenebilir bu felaketin korkunç etkisi, sıradan insanların gerici yöneticileri tarafından kelimenin tam anlamıyla ve mecazi olarak ezildiği ve burjuva kan emicilerin utanmazca vurgunculuk yaptığı kapitalizmin çılgınlığının ve zulmünün bir başka kanıtıdır.Kabuslar birbirinin üstüne binerken, insanların kaderlerini kendi ellerine almaları an meselesidir. Tek çıkış yolu, temel altyapıyı yalnızca kârlı iş olarak gören zengin iş adamlarının mülksüzleştirilmesi, onların suçlarını hafifleten politikacıların devrilmesi ve insan yerleşimine uygun sosyalist bir toplum inşa edilmesidir.